Anavatanın ana elçisi…!
Millet olarak yaşadığımız yüzyılın felaketinde yurtiçindeki tüm kurumlarımız gibi, yurtdışındaki tüm diplomatlarımızda seferber oldu. Hatta yetmedi, diğer kardeş ülkelerimizin misyon şefleri de ülkemizin birer temsilcisi gibi çalışarak kendilerine destek verdi.
Elbette hepsi üzerine düşeni yaptı. Ancak biri vardı ki, tek kelime ile ; “Anadolu’nun ana elçisi” dedirtti…! Kendisini hiç tanımadım. Yalnızca sosyal medyadan takip ediyorum. Ancak bana; “Aylin Sekizkök” denildiğinde gözümün önüne; olimpiyat elemelerinin bir bölümünü Filibe’de oynayan “Filenin Sultanları” nın sakatlanan oyuncusu Tuğba Şenoğlu’nun yanına koşup başında nasıl çırpındığının görüntüsü geliyor. Çünkü o görüntü asla bir büyükelçi ya da diplomat görüntüsü değildi. O sahne tek kelime ile bir annenin kızına koşuşu idi…!
Evet, bahsettiğim o güzel insan, o değerli diplomat kapı komşumuz Bulgaristan’daki büyükelçimiz Sayın Aylin Sekizkök… Hani bir zamanlar “Komşularımızla sıfır sorun” deyip, komşularla ilişkilerimizi “sıfır dost” seviyesine indirmiştik ya, işte o politikadan Bulgaristan’da nasibini almıştı maalesef…!
Çünkü yıllarca Ahmet Doğan’ın tavassutu ile genel başkan ya da vekil olan üç-beş isim Türkiye’ye gelip; “Bizi Rus uçağının düşürülmesinde Türkiye’yi desteklediğimiz için görevden aldılar ve ihraç ettiler” diyerek hükümeti de ikna etmişlerdi.
Peki, biz ne yaptık?
Hemen bir parti kurdurduk. Bulgaristan koordinatörü olarak da; ülkede binlerce Bulgaristan ve Balkan kökenli siyasetçi varken bir Trabzonluyu atadık…!
Mustafa Ceceli ile Kırcaali’de 50 bin kişilik konser yaptık, yalnızca Bursa Büyükşehir Belediyesinin otobüsleriyle 25 bin kişi taşıdık ama bizim, yani Türkiye’nin partisi 22 bin oy aldı iyi mi?
Saçma sapan bir süreçti kısacası! Türkiye seçimleri öncesi iktidar belediyelerinin salonları kendilerine ücretsiz tahsis edilenler, külliyedeki törenlere davet edilenler, çifte vatandaşları Türkiye’nin kurduğu partiye oy vermemeye çağırıyordu..! Zaten de vermediler, parti % 4 barajını bile aşamadı ve doğmadan öldü.
Sonra mı ne oldu? Bir monşer gitti, ara bir dönem yaşandı ve sonrasında göreve gelen bir ana ile her şey değişti…! Gerçekten acayip bir monşerdi! Türkiye’nin son derece önemli bir KİT’lerinden birinin hem Genel Müdürü hem de Yönetim Kurulu Başkanı olan bir büyüğümüz ile ülkemizin tanıtımı için Sofya’daydık. Bu arada, o değerli büyüğümüz aynı zamanda eski bir milletvekili ve bakan. Doğal olarak elçiliğimizi ziyaret ediyoruz. Önden kafile başkanı olarak kıymetli büyüğümüz giriyor. Kapıdaki emniyet güçleri haliyle ülkemizin personeli. Sayın Bakana dediler ki; “ Telefonları alalım….!”
İster istemez müdahale ettik; “Anlamadık” dedik.
“ Güvenlik nedeniyle almak zorundayız, uygulama böyle” dediler.
“Peki, siz telefonu aldıktan 10 saniye sonra beyefendi Sayın Bakanı ararsa bunun sorumlusu kim olacak?” deyince önce bir trene bakar gibi baktılar ve sonrasında telefonları iade ettiler…!
Aslında onların suçu yoktu. Bizim monşer, o derece monşerdi yani..! Kendisini bir büyükelçiden daha ziyade, Rumeli’yi fetheden padişah tarafından Sofya Beyliğine gönderilen bir uçbeyi gibi görüyordu…!
İfade ettiğimiz gibi ara dönemden sonra Anavatan’ın ana elçisinin dönemi başladı ve hava biranda değişti. Düne kadar tü kaka ilan edilen ancak demokratik Bulgaristan’ın ilk gününden itibaren ülkedeki Türk toplumunu gerek yerel yönetimlerde, gerekse de parlamentoda temsil eden tek Türk partisiyle diyaloglar kuruldu. Onlarda bu diyalogları Türkiye ziyaretleri ve görüşmeleri ile daha da geliştirdiler ve ilerlettiler. Bu konuda Sayın Büyükelçinin emek ve çalışmalarını asla kimse gözardı edemez.
Yalnızca bu kadar mı? Tabi ki hayır…
Bir gün o ana elçiyi Balkan kıyafetleriyle tetelerle ekmek yaparken görüyoruz, ertesi gün ise kızanlarla değişik etkinlikler yaparken…! Ama hep halkla iç içi ve her daim onlarla…!
Gelelim yaşadığımız küçük kıyamete; ifade ettiğimiz gibi herkes çırpınıyor, herkes üzerine düşeni yapmaya çalışıyor. Ülkemize dünyanın dört bir yanından yardım ve destek yağıyor. Tabi birde bu yardımları organize etmek gerekiyor.
Bulgaristan bizim için asla yalnızca komşu bir ülke değil. Aynı zamanda Avrupa’ya açılan köprümüz. Hal böyle olunca da bu ülkede görev yapan temsilcilerimiz hele böylesine kritik günlerde ayrı bir önem kazanıyor.
Resmen destan yazdı. Bir taraftan ülkedeki Türk Toplumunu harekete geçirdi, diğer taraftan Avrupa’dan gelip Bulgaristan’da tıkanan yardımları organize etti.
Ne mi yaptı?
Avrupa’dan yardım taşıyan bazı TIR’larımız; yolu tam bilmedikleri için Vidin’de yanlış güzergâha girmiş, hem karlı bölgede mahsur kalmış, hem de kural ihlali yüzünden ceza alma riskiyle karşılaşmışlardı. Hemen; İçişleri Bakanı Demerciyev nezdinde devreye girdi, sorunu çözdü ve TIR’larımız yola koyuldu.
Romanya’dan trenle yola çıkan çadırların geçişinin kolaylaştırılması için Ulaştırma Bakanı Hristo Aleksiyev’le görüştü. Sadece bu vagonlara tahsisli tren yolu güzergâhını açtırdı, ücretsiz lokomotifler sağladı ve çadırlar Türkiye’ye sıkıntısız şekilde ulaştı.
Ülke içerisine gelecek olursak; Yanında olmayan, kampanyaya destek vermeyen kimse kalmadı. Hemen her gün bir şehirden bağlandı, gururlu ve ağlamaklı sesiyle yardımları bizlerle paylaştı. O andaki sesi asla, ne bir büyükelçi sesiydi, ne de bir diplomat…! O ses; Anadolu’nun anasının sesiydi…!
Daha dün paramparça olan Bulgaristan Türk Toplumu; onunla tek yürek, tek yumruk oldu. Bir taraftan Halk ve Özgürlükler Hareketi her şehirde yardım kampanyaları yapıyordu, diğer taraftan da Bulgaristan Müftülüğü… İşadamları, STK’lar, partiler ve diğer kurumlar; kısacası tüm Bulgaristan Türk ve Müslüman topluluğu Türkiye için seferberdi. Çünkü Anavatan’ın tüm evlatlarını kucaklayan bir ana elçisi vardı….!
Biz bu olayda iki şeyi gördük; birisi kaç kök olursa olsun tüm KÖK’ler asla aynı değil…! Yani hepsi; ana gibi ya da anavatan gibi davranmıyor! Ayrıştırıyor, ötekileştiriyor, hatta dışlıyor, diğeri ise sarmalıyor, kucaklıyor ve destan yazıyor….!
İkinci fikrimize ise; Anadolu’nun elçileri ana olsun…! Çünkü biz bu güzel sahneleri geçmişte Priştine’de Kıvılcım Kılıç ile yaşamıştık, şimdi ise Sofya’da Aylin Sekizkök’le, Budapeşte’de ise Gülşen Karanis Ekşioğlu ile yaşıyoruz.
Türk kadını, Türk anası olsun da çamurdan olsun…!